8 Mart 2015 Pazar

Türkiye'de Kadın Olmak

Aslında sorunu sadece Türkiye'de kadın olmaya indirgemememiz gerekiyor.
Kadın olmak, evrensel anlamda meşakkatli bir iş.

Ben bugün burada, kan kusmayacağım. Allah rolüne bürünerek kendini can almaya haiz gören insancıklardan bahsetmeyeceğim. İdam mı hadım mı, bunu konuşmayacağım. Hepimizin boğazı düğümlü. Hepimiz "onların yerinde biz de olabilirdik" cümlesini kafamızın içinde bin kere evirdik çevirdik.

Ama toplum olarak bir şeyi unuttuk. Çok kötü unuttuk: Soru sormayı.

İstatistiklere bakalım mı?
Türkiye'de evli kadınların yüzde 36'sı şiddet mağduru. Yani her 10 kadından 4'ü eşinden şiddet görüyor.
Kadınların yüzde 19'u şiddeti yüzüne inen tokat, yüzde 16'sı da böğrüne atılan tekme olarak tanımlıyor. Bu yüzde 16'nın yaşadığı şiddetin derecesi ise çok ağır. Bu kadınlar yerlerde sürükleniyor, boğazları sıkılıyor, silah ya da bıçakla tehdit ediliyor. Eşlerine ağır şiddet uygulayan erkekler ise daha ziyade Orta ve Batı Anadolu Bölgeleri'nden çıkıyor.

Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü'nün araştırması böyle.

İtalyan basını Türkiye'de kadın - erkek eşitliğini "serap" olarak niteliyor, ülkemizi Hindistan, Afganistan gibi ülkelerle aynı kefeye oturtuyor. Hiç de haksız sayılmazlar. İsteyen sevgili meslektaşım Övgü Pınar'ın hazırlamış olduğu habere buradan ulaşabilir.

Kendinize bir sorun. Bugüne kadar hiç bir erkekten tokat yediniz mi? Fiziksel şiddete uğradınız mı?
Hayır mı? Kendinizi şanslı sayın.
Ya da yok, saymayın.
Çünkü şiddet, sadece fiziki darbelerle sınırlı kalmıyor.

"Yolda başıma iş gelir" diye, "dikkat çekmeyeyim" diye evden çıkmadan önce eteğinizin boyunu, dekoltenizin derinliğini, bluzunuzun darlığını sayısız kez ölçüp biçtiniz.

Kırmızı ruj sürerken çekindiniz.

Toplu taşıma araçlarında koridor tarafına yerine cam tarafına sığındınız. Arkanızı "fordlanmamak için" kalabalığa değil de duvara verdiniz.

İş yerinde mobbinge uğradınız. Erkek olsanız başınıza gelmeyecek işler kadın olduğunuz için geldi.

Minibüste otobüste son kalan olmaya korktunuz, yalnız başınıza taksiye binerken aracın plakasını alıp birine mesajladınız.

Hava kararınca evinize çok hızlı adımlarla yürüdünüz. Bir başka erkeğin refakatine ihtiça duydunuz.
Erkek arkadaşlarınızdan birinin "Hava karardı, ben seni eve kadar bırakayım" önerisini incelik olarak gördünüz, altındaki iğrenç toplumsal rezilliğe kafa yormadınız.

Sevgiliniz ya da kocanız "Bunu neden giydin?" dediğinde ya da arkadaş ortamında "Ben karımı oraya yalnız göndermem, bunu giydirmem, bunu yaptırmam" diye atıp tuttuğunda kıskanıldığınızı düşünüp, kıskançlıkla aşkı eş tuttunuz.

Hiç yadırgamadan "biz bayanlar" diye başlayan cümleler kurdunuz. Kadın - erkek, bay - bayan eşleşmesini gözardı ettiniz. Erkek - bayan eşleştirmesini normal saydınız.

Erkek arkadaşlarınızın "Feminist misin kızım sen?" takılmalarını normal saydınız.

Oğullarınıza ev işi yapmayı, sorumluluk paylaşmayı öğretmediniz. "Kadın erkek için her işi yapmakla mükelleftir" bilincini o minicik dimağlara işlediniz.

"Karı gibi ağlama, kız gibi yürüme" uyarılarını, kadına yönelik belden aşağı ana avrat küfürleri kulak ardı ettiniz hatta siz de kullandınız.

Daha sıralayayım mı?
Devletin yasama yürütme ve yargı ortamları, bu vahşi trajedilerle başa çıkmak için ne gibi tedbirleri uygun görür bilemem.
Ama biz kadınlara düşen çok önemli bir görev var.

Düzgün çocuklar yetiştirmek.

Oğullarımıza kadının mal olmadığını, bir kıza istediği gibi davranamayacağını, herkesin kendi bedeni üzerinde söz ve karar hakkına sahip olduğunu, sorumlulukların kadın erkek ayrımı gözetilmeksinizin bireyin kendisine ait olduğunu öğretmemiz; daha çok okumamız, daha çok araştırmamız gerek.

Toplumun "erkek adam" sıfatının altının ne kadar boş olduğunu, önemli olanın "erkeklik" değil "insanlık" olduğunu anlatmamız, empoze etmemiz gerek.

Kibarlığın, özverinin zayıflık değil, aksine en büyük güç olduğunu vurgulamamız gerek.

Kızlarımıza kendini ezdirmeyeyi, bağımsız bireyler olmayı, kimsenin boyunduruğu altına girmemeyi öğretmemiz, şiddetin çocuk gözünden meşrulaştırılmasına izin vermememiz gerek.

Davranışlarımızla laflarımızın tutarlı olması gerek.

Hele hem erkek hem kız çocuğu yetiştiriyorsak ikisine de eşit davranıldığına emin olmamız gerek.

Kız masayı toplayacak, oğlan oyununun başına gidecek.
Kız, yeterince kız gibi davranmadığı için azarlanacak, oğlan "aslan oğlum" diye pohpohlanacak.
Kız eve geç gelince dayak yiyecek, oğlanın ensesine dostane bir tokat vurulup "var mı manita" muhabbeti yapılacak.
Yok öyle yağma!

kazete.com.tr'den alınmıştır.
Ama en önemlisi ne biliyor musunuz?
Hani tüm iyi niyetimizle kalkıp, kadını erkeği "bu bizim de annemiz, kardeşimiz, karımız, kızımız olabilirdi" diyoruz ya...
O bile buram buram seksizm kokuyor.
Bir insan, insan gibi yaşamayı (cinsiyeti, cinsel kimliği, ırkı, dini ne olursa olsun) sadece ve sadece insan olduğu için hak eder.
Bu insanca yaşama hakkının birinin karısı, kızı olma ihtimaliyle bağlantısı yoktur.

Daha da iğrencini söyleyeyim mi?
Gene tüm iyi niyetimizle kalkıp "masum, gencecik kız" diyoruz.

Söndürülen bir yaşamın ardından dökülecek göz yaşının ve verilecek tepkinin derecesini, merhumenin "masumiyeti" mi belirliyor?
Anladınız siz.

Çocuk gelinlerin olmadığı; dişi bireylerin "kadınlığına kızlığına bakılmadan" eşit muamele gördüğü, şiddetin yok olduğu, basının katilleri mazur gösterip fazladan "tık" almak için binbir takla atmadığı o ütopik dünyanın bir an evvel gerçek olması dileğiyle...

Dünya Kadınlar Günü'nüz...
Öyle işte.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder



blogger template by lovebird